9 Eylül 2009 Çarşamba

2012'de Marduk'a Çarpan Adam

Çok zamandır bu günü bekliyordu. O'nun hayatı bu düzene adanmış gibiydi. 2012 senesinin belirlenen günü geldiğinde Marduk'la yüzleşecek ve muhtemelen kaybedecekti. Derdini anlattığı herkes O'na gülmüş, ve bu savaşı kazanamayacağını belirtmişti. Bu negatifler inancını biraz sarssa da, o yılmadı ve her gün çalıştı. Zıplama antremanları yapıyordu ki, günü geldiğinde yerden yeterince yükselip tüm gücüyle zalim Marduk'a erişebilsin. Sabahları kilometrelerce koşuyor, bulduğu her ağır şeyi kaldırarak kollarını güçlendiriyordu. Görüsüne göre doğru noktadan vurursa koca gezegenin dağılmasını sağlayabilirdi.

Bu sabah uyandığında her şey artık farklıydı. Belirlenen gün O'na önceden bildirilmemişti, ama şimdi biliyordu ki, gün bu gündü! Everest'e mi çıksaydı? Everest'in tepesinde olsa O musibet dünya'ya yeterince yaklaşmadan karşısına dikilebilirdi, ancak maddi yetersizlikleri vardı. O koca dağa gidecek parayı nerden bulsundu? Aklına gelen en iyi çözüm, Sabancı'nın ikiz kulelerinden üç santim daha uzun olanına çıkmaktı. Öyle de yaptı. Bütün güvenlik önelemlerini aştı, ve koca kulenin tepesinde beklemeye koyuldu. Bekledi, bekledi bekledi. . .

Saatler geçti, gece geçti, diğer gün oldu, Marduk gelmedi! Yıkılmıştı. Çok zamandır o günün hayaliyle yanan adam, hayatını atlayamadı. Hayatı aynı yavan sekmede kalıverdi. İçinde ufacık bir parça, "Bekle belki bu gün gelir." dediyse de gelmeyecekti, biliyordu. Yavan hayatına adadığı bu hayali gaye de solunca, adam da soldu. O'nu görenler eski zır deli halini bile bu perişan haline yeğlerlerdi. Hayatının sıradanlığına, yavanlığına, tek düzesine kattığı bu hayali amaç, adamın yavan benliğini dahi yokedi verdi.

Bir Zamanlar

Dört duvar, bir tavan, kıytırık bir yatak. Doğruluyorsun, kapıya gidiyorsun, kapı koluna uzanıyorsun, kapı kolunu çeviriyorsun, kapıyı açıyorsun, dışarı adımını atıyorsun, gözüne güneş doluyor. Ağzında dünden kalma leş bir tad, farkediyorsunki beynin zonkluyor. Yirmi beş metrelik bahçeyi sallana sallana elli beş saniyede aşıyorsun. T-shirt'ünü çıkarıp duvarın üzerine atıyorsun. Koca tahtaların çakılarak yapıldığı, o koca çekçekle kumu düzlüyorsun, şezlongları düzeltiyorsun, ağzında hala leş tad.

Terlemişsin, bir bira açıyorsun, sanki içinden "bir cosss" sesi fışkırıyor! Biranı yudumlarken bir yandan da ana bahçedeki masaları temizliyorsun, masalar bitiyor, bahçeyi yıkıyorsun. "Dur lan, kimse yokken bir denize atlıyım" diyorsun. Atlıyorsun. Küçücük balıklar geçiyor ayaklarının arasından, selamlıyorsun. Sudan çıkıyorsun, bir duş. Duş çıkışı bir parça ekmeği kemirerek başlıyorsun günün ilk müşterilerini beklemeye.
Sen bunu seviyor, bunu özlüyorsun oğlum.

13-06-2009

8 Eylül 2009 Salı

Gocu Cumhuriyeti'nde Darbe Girişimi

Bu gün kendime çok kızdım bebek, az kalsın sıkıntılı duygusal yazılar yazacaktım. Bunlar yönetimdeki eksiklikler kaynaklı sıkıntılar olmalıydı. Gocu Cumhuriyeti kurukduğu gün kendine eğlenmeyi gaye biçmiş, hüzne kedere ve kendisine asla yer vermeyeceğine dair yeminler etmiş bir oluşumdu. Ben bu gün neredeyse kendimi, sıkıntımı, hüznümü yazacaktım bebek! İşbu hale çözüm netti, darbe!

Evet Cumhuriyet olmayı becerememiş ve kendi başıma darbeyle gelme kararı almıştım. Bu girişimi tek başıma gerçekleştiremeyeceğimden hemen kendimi arama kararı aldım. Sıkıntı şuydu ki, telefonum bozulmuştu ve cumhuriyetim iletişimsizlikten yıkılıyordu! Hemen bir ateş yakayım ve kendime dumanla mesaj yollayayım dedim. Bunda da ufak bir sıkıntı vardı, ben kızılderililerin duman mesajını okumayı bilmezdim, ama muhtemelen evden duman tütünce evin yandığını düşünecek, ve koşa koşa eve gelecektim.

Salonun ortasına bulduğum tüm eski paçavrayı doldurdum. Masanın üzerinde birikmiş ekmek poşetlerini de atacaktım, ama naylon kötü kokardı. Şenlik ateşini yakar yakmaz hemen kapıdan içeri girdim. Ateşi eski bir halıyı üzerine atarak boğdum. Sonra kendime, "Nabıyorsun oğlum evi mi yakacaksın?" dedim. "Seni buraya getirmenin en hızlı yolu buydu." dedi kendim bana cevap olarak.

Oturduk uzun uzun konuştuk, kendime darbe planımdan, yapacağı getirilerden, diktanın bazen en iyi yönetim biçimi olduğundan falan bahsettim. İkna olmuş gibi duruyordum, ama lanet olası insanlcıl sosyalist tarafım da, kendime karşı yapacağım bu darbe girişimine karşıydı! Ne yapmalıydı? Belli ki, bıçak kemiğe dayanmıştı!

Hemen koştum banyoya, yüzüme bir su vurdum. "Nabıyorum lan ben deli gibi?" dedim, aynadaki yansımam, "Hacım sen kırmışın iyice, git bir apranax falan iç uyu." dedi. Darbe yapmamı isteyen kendimi değil de, sakinleşmemi isteyen aynadaki yansımamı dinledim. İyi mi ettim? Ben bilmem beynim bilir.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Koca Kara Bulutlarıyla İstanbul

Bu gün o hastası olunan kartpostallardan birine baktım bebek, üstelik kağıda basılmamıştı. İşten çıktım, yorgun argın eminönüne inip, vapura bindim. Vapurun balkonuna geçtiğimde gördüm kağıtsız kartpostalı! İstanbul'un denizleri erimiş, koca şişman kara bulutlar olmuşlar. Gri olmuş şehir, öyle güzel ki!

Birden kocaman kocaman yağmur damlaları düşmeye başladı gökten. Çılak kollarıma soğuk soğuk çarptılar, ama üşütmediler beni. Sonra solyanımda Galata köprüsünü gördüm bebek, üzerinde turistler hayran hayran izliyorlardı istanbul'u. Ne kadar şanssızlar, yarın, bilemedin öbür gün gidecekler buradan! Ben şanslıyım bebek, İstanbul benim evim.

Boğaz köprüsüne baktım, Anadolu ayağı kararmış, Avrupa'sı aydınlık. İstanbul'un yarısı kara şişman bulutlarca yutulmuş, yarısı beyaz bulutların arasından sızan ışıkla ışıldıyor. Bebek görmeliydin!

Bir gönüle iki aşk sığmaz derler ya, bu gün anladım neden yıllardır aşık olamadığımı; çünkü ben zaten aşıktım. Aşığım sana İstanbul! Boğaz'ın üstünde güneşine, mazgallarından taşan yağmur sularının hayatımı felç edişine, geceleri İstiklal'den sarhoşça yalpalayarak Galata'ya yürümeye hastayım İstanbul.

5 Eylül 2009 Cumartesi

2007'nin Ekmeğini Yemek

Eski bir yazı daha bebeğim ;

Çakal gibi bir suratı vardı. Hani insan görünce tokatı patlatası gelirya, öyle bir tipti Muharrem. Arkadaşları ona Muh derdi kısaca. Muh çevresindekilerce pek sevilmezdi, ama Muh'un ayrıcalığı esnek aile yapısıydı. Akşam canın sıkıldı tv de hiç birşey yok. Nabıcan? Dışarı çıkmak istiyorsun, herkezi arıyorsun kimse gelemiyor, anneleri izin vermiyor. Ara Muh'u gelsin iki dakkaya kapında.

Bir gün ben de dedim ulan herkez yapıyor, ben de yapıyım.. Aradım "Olm Muh" dedim "gel gezelim" dedim. Aslında ben de sevmezdim Muh'u, ama ben de aynı dertten müzdariptim. Dışarı çıkıcak adam yoktu, herkezi aramıştım, ama hiç biri evden izin alamamıştı. Hatta en yakın dostum evden çıkmak için azcık ısrar edince babası, ''İt mi olucan lağn başımıza, kopuğ mu olucan? Gibertirim seni serseriğğ, otur ders çalış.'' demişti.Ben de babasının bariton sesinin telefona ulaşmasından bu konuşmaya tanıklık etmiştim. Tabi bu konuşmayı daha sonra dostum Ali'nin alehine okulda kullandım. Herkez Aliye ben bu olayı okulda anlatınca serseriğğ demeye başladı, bu Aliyle aramızı bayaa açtı, ama kısa süre sonra Ali'yi dövmek isteyen 3 çocuktan kurtarınca aramız gene düzeldi.

Neyse konuya dönelim, aradım Muh'u "Kanka" dedim, "gelsene" dedim, "alemlere akalım" dedim. "Hayırdır" dedi "Osmancım sen beni hiç aramazdın." dedi."Olm" dedim "ne alaka demekki denk gelmemiş." dedim. "Nasıl lan denk gelmemiş" dedi, "öyle bir açıklamamı var." dedi.Ben buna küfrettim, o da bana küfretti. Uzunca bi süre telefonda küfür leştik. Sonra ben dayanamadım "Olm" dedim "mekan söyle hemen geliyim bu işi bitirelim." dedim.

"Tamam lan" dedi, "asmalı bilardoya gel" dedi. Bir düşündüm şimdi orası uzaktı, minübüse binmek lazımdı, minibüste elinin körü tam 1ytl. "Orası olmaz" dedim, "okulun oraya gel" dedim. "Ne o lan" dedi, "tırstın mı?". Bu öyle deyince, "Yok olm 1 ytl minibüs parası veremem şimdi." diyemedim, dedim "Bekle geliyom".

Tam evden çıkıcam baktım TV'de asmalı konak başlamış. Seymen manitaya yazıyo "Dur lan" dedim, şu diziye biraz bakıyım. Ben otururken dalmışım, telefon çaldı uyandım. Baktım Muh arıyor, meşgule attım. Bir daha aradı, gene meşgule attım. Üçüncüye aradı, dayanamadım açtım; "Ne arıyon lan?" dedim. Karşıdan bir kadın sesi, "Bu bir ödemeli aramadır." diyor. Keriz miyim? Aramadım tabi geri, gece mışıl mışıl uyudum.

Sabah kalktım üstümü giydim çantama hazırladığım yarım etmek salam kaşarı gazete kağıdına sarıp koydum. Çıktım yola, okula doğru keyifli keyifli gidiyorum bir yandan da "Gel gel sarışınım" şarkısını söylüyorum, nerden pelesenk olduysa dilime pıff. Okula iyice yaklaştım ki, ne göreyim? Muh kapıda elinde koca sopayla bana bakarak bir takım hareketler yapıyor. Tam kaçıcakken sevdiceğim Ayşe'yle göz göze geldim.

Olay önceden duyulmuş olmalı ki, büyük bir kalabalık bize bakıyor. Fısıldaşmalar duyuyorum, kimisi "Osman Muh'u yer olum" diyor, kimisi, "Muh o sopaya Osmanı oturtcak" diyor hiç biri umrumda değilde, sevdiceğim Ayşe burdayken kaçmak beni bitirir. Ayşe'ye olan sevgimden kaçamadım a dostlar, baktım Muh hareketlendi bana doğru geliyor, elde koca sopayla ben de yerden taşı aldığım gibi salladım Muh'a doğru, ama oldum olası bir şeyler fırlatmak ta iyi değilim! Taş alakasız gitti tabi. Bir ciyaklama duyuldu, bi küfür kafir peşinden! Baktım sevdiceğim kanlar içinde yerde yatıyor, Muh durumu görünce tırstı kaçtı. Ben de koştum sevdiceğimin yanına.

"Ayşem" dedim, "elim kırılaydı da atamayaydım o taşı." dedim. "Ne ayşem'i be manyak?" dedi. "Hayvana bak, hem kafamı yardı, hem de ayşem." diyor dedi.Çok kızdım, ona da küfür ettim, kaçtım ordan! Ertesi gün Ayşe'nin abileri beni bulup bi güzel dövdü. Üstelik okadar sopanın üstüne bir de Muh dövdü. Artık hayatıma pırıl pırıl bir insan olarak devam ediyorum.
Mutlu Son

Beş Liralık Hayatlar

-"Bu gün vapurda bir kızla kesişiyorduk bebeğim. Karşılık oturuyorduk, rüzgar saçlarını yüzünün her yanına saçmıştı. Çok güzeldi, anlatamam. Sonra sağımda göz ucuyla uçuşan bir şey gördüm. O da gördü ki, birden döndü baktı. 'İlk ben gördüm, benim hakkım." dedi, atıldı. O uçuşan kağıt bir beşlikti bebeğim. Suratındaki ifadeyi görmeliydin, dünyanın en duru, en güzel şeyi bir anda kapitalist bir or.spu çocuğuna dönüştü. O an bana bir sansardan farksız oldu!"

-"Beşliği kapsaydın keşke, s.ktiret kızı."

-"Ne bileyim be güzelim, karizmayı çizmekten korktum."

-"Yemişim karizmanı, beş liraya iki bira gelir, az da tuzlu fıstık."

-"Doğru dedin lan."

2 Eylül 2009 Çarşamba

Eskilerden Bir Yazı; Aborak

www.depkac.com'daki bloğuma yazdığım ikinci yazıymış efendim;

Odasına girdim, bu gün nasılsın aşkım dedim.Hiç oralı olmadı. E bak sana yemek getirdim, atıştır bir şeyler, hep açlık olur mu dedim.Defol git hayvan herif dedi.Sanırım beni bırakmasın diye ona arabayla çarpıp, iki bacağının birden kırılmasına sebep olmama hala kızgındı.

Sokuldum yanına, kafasını çevirdi. Uzaklaşmak ister gibi bir hali vardı, ama bacakları kırık olduğundan kaçamıyordu gülparem. Ona getirdiğim çorbadan bi kaşık alıp ağzına uzattım, içmedi.Suratını sağ kolumun dirseğiyle sabitleyip, bir de öyle uzattım çorbayı, yok açmıyor ağzını. Ben de yüzüne dayalı olan sağ kolumun eliyle bir yandan da burnunu sıktım.E mecbur açılacak o ağız, nefes alması lazım ama çok inatçı çıktı. Mosmor olana kadar açmadı ağzını. Açtı tabi sonunda, ben de tıkıştırdım ağzına çorbayı. Heralde sıcak geldi ağzını büzerek ve proooofpt gibisinden bi ses çıkararak üstüme püskürttü çorbayı.

Çok kızdım tabi yoldum saçını başını, sonra efendi gibi içti çorbayı. Ben çıkarken de, bir bardak su alabilir miyim aşkım dedi üstelik.
29-09-2007

İnsani Durumlar

O gün taksim'in o köhne arka sokaklarını hızla adımlarken aklımda tek bir düşünce vardı, bir umumi hela bulabilmek! Evet belki utanç verici bir hadise ama ben de diğer insanlar gibi çişi gelen bir varlıktım. Bu sıkıntılı anlarda sebepsizce varlığımı sorgulamaya başladım. Salsa mıydım? Görenler ne derdi? Ben ki, dışarıda olan biteni çok umursamayan, kafasına göre takılan bir insancıktım kendi görümde, neden şimdi onlar neder'i sorguluyordum? Üstelik tanıdık kimse de yoktu çevrede! Tam "Salayım lan meydana kadar zaten tutsam da tutamaz çöydürürüm." dediğim anda o çıktı karşıma.

Yuh lan böyle vakitsiz mi olur her güzel şey! İşte oydu, yıllar önce peşinden deliler gibi koştuğum kız, şimdi daha bir serpilmiş karşımda duruyordu. Beni gördüğüne çok sevindi, birden koşup sarıldı bana. Bense "Sadece çok sıkma!" diyebildim sıkılı dişlerimin arasından. Birden geri çekti kendini, ne olduğuna anlam verememişti. Suratında şaşkın bir ifadeyle kafasını ne oldu der gibi salladı buruk ama hızlıca.

O'na diyemezdim dostlarım, o'na çişim var, çok sıkarsan altıma yaparım diyemezdim! Bir kaypak gibi, "Yeni ameliyat oldum da, çok sıkarsan dikişler partlar." dedim. Ameliyat olduğumu duyunca bana ilgisi ve şevkati arttı. Gel dedi "Eski günleri yad edelim, bir yerlerde oturup içelim.". Eski zamanlarda o'na asla hayır diyemezdim dostlarım, farkettim ki hala diyemiyorum. "Tabi güzelim." dedim. Demez olaydım beni o halimle yokuş yukarı yürüttü. Aşırı terleme sebebimi sorduğunda, "Ameliyat yaramdan bebeğim." dedim.

Mekana vardığımızda dırank diye önümüze bira teq'ler konuldu. Hızlıca tequilaları çaktık. Sonra eline birayı aldı ve, "Hadi" dedi "eski günlerdeki gibi, dibini görmeyen ebesinin hımını görsün." dedi. O dakka yapacak bir şeyim yoktu, diktim birayı. O an öleceğim sandım dostlar, hatta salı versem ruhumu, o kadar acıtmazdı!

"Sana geliyorum allahım." dedim ve saldım kendimi, ne yapabilirdim dostlar! "Hmpss, sidik mi koktu ne?" dedi, "Yok" dedim "ameliyat yaram patladı, iltihap akıyor, hemen acil servise gitmem gerek.". Ben ordan koşarak uzaklaşırken sadece arkamdan şaşkınca bakabildi. Hayatımın aşkına belki bir gün çişim yokken gene rastlar ha blog, ne dersin?

Gocu Nedir?

Bebeğim blog okuru, Gocu'yu sana anlatmaya kalkmayacağım, keza aşar seni. Onun yerine sana ferhatla şirin'in aşkını anlatacağım. Lan ne kek insansın yaaa, hemen de yedin! Gocu hiç bir şeydir bebeğim, ama öyle de bir şeydir ki, her şeydir. Gocu bensem, ve ben hayatımın merkeziysem, Gocu benim için her şeydir. Sana daha net nasıl anlatabilirim bilmiyorum.

Gocu; Anlamsız bir kelime, yıllar önce uydurdum yapıştı kaldı.

O Sırada


"Şu anda dünya üzerinde benim kadar şansız, bahtsız bir insan evladı daha var mıdır?" dedi, sevgilisi tarafından terkedilen adam.

O sırada dünya üzerinde yaşananlar;
- Afrikada bir çocuk açlıktan ölmek üzereydi.
- Türkiyede bir kadın kocasının işkenceleriyle boğuşuyordu.
- Dünyanın bir köşesinde bir köpecik mahallenin piçlerince taşlanıyordu.
- Tusunami birilerinin evini yıkıyordu.
- Bir çocuk annesini toprağa veriyordu.
- Bir ana çocuğunun cansız bedenini öpüyordu.
- Bir travesti sınırlı beyinlerce işkence görmekteydi.
- Bağdatta bir bomba patlamıştı, ve vücut parçaları her yana dağılmaktaydı.
- Bir mehmetçiğin eline komutanı ceza olsun diye pimi çekilmiş bomba vermişti, mehmetçik bilmese de bir saniye sonra o bomba patlayacak ve üç arkadaşıyla ölüp gidecekti.

Barbaros

Barbaros sekiz yaşında bir çocuktu. Arkadaşıyla girdiği iddia sonucu kendi bokunu avuçladı ve yedi. O gün o yaptığıyla gurur duyduysa da, yavşak arkadaşı yıllar sonra keriz Barbaros'un etkilemeye çalıştığı hatuna bu hikayeyi anlatacak ve cillop gibi manitayı ondan kapacaktı. Hepimiz birer Barbaros değil miyiz bebeğim?

Bira


Ah bebeğim şimdi bir tombul şişe canım efes birası olsaydı... Gerçi olsaydı ikincisi de farzdı, üçüncüsü de, onuncusu da! Sonu olmayan bu keyif dehlizini size nasıl yapsam da anlatsam dostlarım. Bilincim açıkken alkolden bahsederek ne de büyük bir hata yapıyorum bir bilseniz. Biraz sonra olduğum yerde zıplamaya başlarım, ama görev bilincinde bir köşeli yazar size her şeyi layıkıyla anlatmalı.

Bu meret bir çeşit kültürdür, tamam belki visky gibi gelişkin bir kültür değil ama, kenar mahallelerin çiçeği gibidir bu meret. Alkolü bünyesinde çokça şekliyle ve çok sefer bulundurmuş insanın çerezidir, içilen ana içkinin cilasıdır, gevur .mcığı gibi kavrulan yaz günlerinin serinletici kurtarıcısıdır.

İlk biram geldi aklıma, aslında yazıyı yazmak fikri de ordan geldi. Biri bu aşkı anlatmalıydı ve dostlarım kimse kusura bakmasın ama, bu aşkı anlatabilecek adam da benim. Neyse ilk birama dönelim, heralde 6 ya da 7 yaşında olmalıyım o sıra. Peder meyhaneye götürmüştü abimle beni. Masada koca koca amcalar, rakılar, mezeler. Rakı o zaman bir çocuğa uzatmak için tehlikeli olduğundan bira vermişlerdi. O buz gibi bira dallas bardakta önüme konduğunda görüntüsü bile büyüleyiciydi. İlk aldığım yudumun tadı damağımda hala dostlarım. Tam iki dallas bardağında bira içmiştim, üçü istedim, peder "yeter" dedi ve orda kaldı ilk buluşmamız birayla.

Babamı ayıplamayın dostlarım, ona göre alkol kültürdü, babasından öyle görmüştü, babasının yolundaydı işte. O ilk buluşmadan sonra ben pederin her bira içişini fırsat bildim. İlk yudumu izinle içtim, lavaboya gidişlerinde diğer yudumları çaldım. Belki de o yılların birikiminden kaynaklı bira bende uzun vadede kafa yapmaz. 7-8 tane içmeden içtiğim belli olmaz, 14-15 denesem belki daha fazlasına da yolum vardır.

İşbu birikimimden yeni başlayanlar için bira içme klavuzu ekleyeyim;
- İlk içişlerinde ne lan bu 3 tane içtim kafam olmadı diyeceksin.
- Sonra alkolün farkındalığına varıp, 3 tanede leyla 4`üncüde kafa olacaksın.
- Dikkat et alkol oranı %5 de olsa çok içtiğinde çarpar, bir de yer çarpar.
- Sabah uyandığında kafan pörsümüş t.şak gibi olacak, hemen bir bira içersen baş ağrısından müzdarip olmazsın.
- Ertesi gün hapı niyetine içtiğin biranın erkisi geçince başın gene ağrıyacak, bir tane daha çekersen geçer ancak bu çekmelerin sonu yok. Adam gibi yaşa baş ağrını işte gudik.
- Bira her boka karıştırılmaz. Rakı ya da votkanın cilası olan bira harika tatlıdır, ancak sen bir ufak üzeri 4-5 beş bira içersen kusarsın, gecen rezil olur.
- Alkolün hiç bir türüyle artislik olmayacağı gibi, birayla da olmaz. En çok ben içerim diye böbürlenen adam gecenin sonunda halıyı yalar bunu unutma, efendi efendi ağzının tadını bozmadan iç.
- Kızlar alkol almayı bilen adamı severler, ama bir süngeri kimse sevmez, ya da içip sapıtanı. Duracağın yeri bil, gerekli zamanlarda aralar ver. Yoksa sonu yok bu meretin.
- Sulu ile kuru yapılmaz. Yaparsan görürsün ebenin .mını. Vaktiyle bir iki kez gördüm ordan biliyorum, ikisi farklı zamanlar, farklı dünyaların eğleşkesidir.

Dostlarım alkole özendirmek asla değil niyetim, ya da ben içerim demek de değil. Niyetim tarifi imkansız bir aşkın tarifini yapmak. Ben her çeşit alkolü severek tüketirim şarap dışında. Şarap nedense miğdemi ekşitiyor. Herkeste isal yapar şarap, ama benim miğdeme kramplar yolluyor resmen. Demem o, hoşunuza gitmeyen ya da sizi kötü etkileyen hiç bir alkolü tüketmeyin! (Önemli uyarıdır)

Biradan kopmayalım, hoş istesem de kopamam. Özellikle fiziksel olarak yoran işlerin akşamında bira bir ağrı kesicidir. Bu sözümü unutmayın. Boğazdan geçer, göğüsten başlar söküp atmaya, ayak parmak uçlarınızdan kopar gider sanki yorgunluğunuz. Hele o leş yaz günleri yok mu! Aç tombul bir şişe canım efes birası! oyh...

Tanım

Gocu cumhuriyeti'nin ilk ve birincil kanunu Gocu'yu korumak, yaşatmak, ve onun gibi olmayı emreder. Bu cumhuriyet diğer dandirik cumhuriyetlerle karıştırılmamalıdır. Bu sayfa sadece sahibini bağlar, sahibi sadece istediği kişilere link atar okutur. Bir kişinin izin almadan bu bloğu okuduğu görülürse cezası tez ve acısız olur. Burda demokrasi yoktur canım benim. Burda Gocu'nun keyfi vardır. Yönetimde okuyucuların söz hakkı yok mudur? Vardır elbet, ancak her kapitalist düzende olduğu gibi, burda da en önemli husus devlet babadır ve Cumhuriyetimizin ikinci kanunu der ki, Gocu devlettir!
Anayasa;
1- Gocu cumhuriyeti size Gocu gibi olma çabasına girmenizi emreder, bilir ki kimse Gocu kadar ulvi bir varlık olamaz, ancak çabanız birincil şarttır.
2- Gocu devlettir, o ne derse o olur.
3- Demokrasi her cumhuriyette olduğu gibi burda da vardır, ancak Gocu'nun keyfince görecelidir.
4- "Bir arkadaşa bakıp çıkacaktık da" tarzı yaklaşımlarla buraya iltica etmeye kalkanlar sınır dışı edilir.
5- Anayasa beş kanundan oluşur, Gocu isterse bu kanunlarla oynar, değiştirir, azaltır, çoğaltır. "La noliy?" derseniz de, "Sanane lan gudik!" der geçer.