Ozan beni memleketime yollamıştı. Artık seksin olmadığı o topraklara, anadoluya dönmüştüm. Nuh’un Ankara makarnası, köy ekmeği, tereyağı, bulgur pilavı, buğday, çeşitli kilim motifleri, saz, gözleri yaşlı annem, elleri nasırlı babam ve Neşet Ertaştan ibaret, Latif Doğan ile Küstüm Show tadında bir hayat sürmeye başlamıştım yine. Bir gün, zavallı annem ki neden zavallı olduğunu hala anlamış değilim, yanıma gelip dedi ki;
-Oğul oğul! Artık vaktin geldi, seni everelim!
-Anam! Garib Anam! Dünya tatlı, can aziz ölmeden koma beni mezara desem de dinletemedim...
Uzun görüşmelerden sonra, Atadır nihayetinde deyip daha fazla karşı çıkmadım. (Çok gelenekçi bir aile yapımız vardır. Annem hala boş zamanlarında cepheye ekmek, mermi falan taşır. Babam sık sık balkan harbine katılıyor. Öyle yani.)
Bana düşündüğün birisi mi var? Diye sordum. Moğolistan’da yaşayan uzaktan akrabalarımız olduğunu onların büyük kızını bana almak istediğini söyledi. (Evet, biz ruh hastasıyız o kadar uzaktan akrabalarımızla hala görüşüyoruz)
Ertesi gün eşyalarımızı toplayıp Moğolistana doğru yola çıktık. Akrabalarımız Gobi çölünde yaşayan, Uygur kökenli Moğollardı. 4 gün sonra Gobi çölüne varmıştık, uçsuz bucaksız bir bozkırdı. Keçi kılından çadırlarda yaşıyormuş akrabalarımız. Bizi büyük alaka ile karşıladılar.
Adı Katun Bugaymış (boğa hatun) sözlümün. Katun Buga 1.94 boyunda iri yarı kalıplı bir kızdı. At üstünde dörtnala giderken ok atabiliyor, hiç durmadan yalaşık 350 km at binebiliyordu. Çok iyi kılıç kullanabiliyor, Türk dövüş sanatı Sayokan’ı ileri düzeyde yapıyordu. 150 kiloyla Benç Pires’e giriyordu. Hatta boş zamanlarında 40 yiğidiyle Çin’e akın düzenlediğini dahi söylediler. En önemlisi ise çok şamanistti, inançlarına aşırı bağlıydı. Eline erkek eli değmemişti, sadece bi kere yanlışlıkla atının pipisi değmişti. O da kazara yani yerden bişey alırken.
Kızın Ağabeyi Subutay Bahadır ise tam dört Katun Buga ebadındaydı. Beni de çok sevmişti. Fanatik cimbom’lu olan Subutay Bahadırla kımız içip maç izlemek çok zevkliydi doğrusu. Gobi Ülkü Ocaklarını ziyaret ettik birlikte. Oradaki reislerle tanışıp hoş beş ettik. Subutay Bahadır; bozkır düğünü düşünmüştü bizim için. Misafirleri de kuru pasta-kımızla idare edip düğünü ucuza getirecekti. ‘Öyle toy verip şölen etmeye gerek yok aslında’ diyordu. Cimriydi.(Orusbu çocuğu)
15 gün’e yakındır gobi çöllerinde Katun Bugayla birbirimize alışmaya çalışıyorduk. Daha doğrusu ben çalışıyordum. Gerçi Cengiz han gibi ‘Dunak’ dediğimiz bölgeden aşağı sarkan bıyık bırakmasaydı daha kolay olacaktı alışmam ama işte Katun Buga gibi narin duyguları olan bir kıza traş olmasını söylemek onu çok incitebilirdi… Katun Buga benim kafama ölü kuzgun koyup koşmamı istiyor, sonra da ben hareket halindeyken kuzgunu okla vuruyordu. Çeşitli sayokan tekniklerini üzerimde deniyor, canımı yakıyordu. Bazen Tar çalıp, Özbek türküleri, İsmail Yk şarkıları seslendiriyoduk uçsuz gobi çölünde. Çin seddini aşıp Çinli çaşıtlardan baş alıyorduk. Aramıza doğan bu vıcık aşk nereye gidiyor diye düşünürken, yine bir gün kılıç kalkan talimi sırasında kalkanıyla gösüme vurunca ben, ‘Hayat maksimumda!’ şeklinde yere düştüm. Tabi çarpmanın etkisiyle bilincimi yitirmişim.
Şiddetli baş ağrısıyla uyandım. Karşımda gördüğüm manzara beni çok şaşırtmıştı. Başımda porno filmlerdekilerle alakası olmayan, Moldova bayan milli güreş takımından kaçmış bir görüntü çizen bir hemşire (hem de bildiğin bıyıklı falan)… Uyandık mı? Diye sordu. Sigaradan çatallanmış sesi kulağımı tırmalamıştı. Noldu bana? Diye yanıtladım (Karizmatiğimdir).
Not: Selda Bağcan modeli yapılmış saçlarından anladığım kadarıyla hemşire duldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder