15 Ağustos 2011 Pazartesi

Yine yeniden!

Neredeyim ben? Başım neden bu kadar çok ağrıyor?

---

Upuzun, bitmek bilmeyen bir senenin ardından gözlerimi açarken aklımdan bunlar geçmişti. Şaşkındım, yabancıydım. Bir o kadar da rahatlamıştım. İnanamıyordum ama tekrar burada, cumhuriyetteydim. O uzun senenin asla bitmeyeceğini, eve bir daha asla geri dönemeyeceğimi düşünüyordum. Şimdi burada, gözlüklü ve şapkalı dostlarımın arasında, her zamanki gezegenimde solurken bulmuştum kendimi, bu duygu tarif edilemez.

---

Bundan tam bir gün önce, gizlice evdeki viskinin tadına bakmak, bunu yaparken de evi kokutmamak için gece balkona çıkmıştım. Şehrin elektrikleri kesildi. Tabi yıldızlar pasparıldak, izlemeye koyuldum.

Yıldızın biri hareket etmeye başladı. Kayıyor sandım. Yavaş hareket ediyordu. Hee uçak bu, dedim. Gitgide yaklaşıyordu, uçak da değildi. Yaklaştıkça içindeki ışıkları seçebiliyordum. En son işte bizim balkonun oraya kadar geldiler. İçerden, o aracın içinden vızt vızt tızt gibi sesler geliyordu. Hayırdır inşallah dedim. Bunlar yaklaştıkça benim üzerime bir ışık tutmaya başladılar. Hemen balkon masasının altından sopa çıkardım. "Kapa lan o ışığı, konu komşu balkonda alem yapıyo diycek, kapa lan çabuk" manasına gelen evrensel işaret dilini kullanarak çeşitli hareketler yaptım.

Kapadılar.

Hemen viskiyi kaptım, mutfağa geri koydum. Allahtan ki daha açmamıştım, kokmadı. Sonra gene çıktım balkona. "Açın şimdi, kaldırdım viskiyi. Hayırdır derdiniz ne?" diye sordum.

Sormaz olaydım.

Bunlar sen benim üstüme bir ışık tut! Var ya gözüm kör olmadı diye hangi merciye şükredeceğimi bilemez haldeyim yemin ediyorum. Hayvan gibi kuvvetli bir ışıkla işte bir anda zınk diye çektiler beni. Aklım çıktı. Tatilya'da su kaydırağına binersin de aşağı düşerken aklın çıkar gibi olur ya. Na onun bin kat hızlısı, şiddetlisi.

Neyse gözümü açtım, daha doğrusu bunlar lütfedip ışıklarını kapadılar da etrafı görebildim. Bir baktım başka mekandayız. Beni çektiler de yere attılar desem, e burası bizim apartmanın önü de değil. Yere bakayım şöyle diye eğilmemle ödümün bokuma karışması bir oldu. Ayağım yere basmıyordu!

Hay amk!

Öldüm de cennete geldim herhalde, dedim. Cennette miyiz diye sordum yanımdakine. Yanımdaki de yapış yapış, yeşil, sanki bir ömür boyunca sümüğümüzü biriktirip topak yapmışız da ortaya o çıkmış gibi. Adamla göz teması kurayım diyorum, gözün teki kıçında teki ensesinde. Cennet çalışanlarının insan artıklarıyla yapıldığını gördüğüm için biraz sarsılmıştım ama toparlandım. Neyse göz temasını sittiret dedim, sordum normal. Cennette miyiz dedim. Bu hala vızt tızt. Ne diyorsun, dedim. Vızt tızt. Eeh, dedim.

Sonradan öğrendim ki işte uzaylıymış bunlar. Kaçırılmışım. Dünya hakkında bilgi edinmek için inmişler. Sonra da gecenin o vakti hareket eden bir beni görmüşler, beni çekmişler. Hayır, gece hayatım yok, öyle gezmem tozmam çok yok. Ömrümde bir gece evi kokutmamak için balkona çıkıyorum onda da uzaya kaçırılıyorum! Bu nasıl bir hayat?!

Her neyse beni çekmişler ki gideyim onlara dünya hakkında bilgi vereyim. Dedim delirdiniz mi siz annemler sabah evde olmadığımı görürse delirirler falan. Korkmama gerek yokmuş, bizim bir saatimiz onların bir yılıymış. Fark edilmezmiş. Neyse öyle deyince bunlar, benim kafam biraz rahatladı tabi. İyi dedim.

Anlattım Ay bizim uydumuz dedim. Dünya Güneş'in çevresinde dönüyor dedim. Bunlar önümde nasıl el pençe divan anlatamam. Her lafımı not ediyorlar, her hareketimi videoya çekiyorlar. Dedim Dünya'da akarsular, göller ve denizler vardır dedim. Deniz tuzludur falan dedim. İşte yüzmek diyorum, su içmek diyorum. Bunlar bir salaklaştı. Su olayını tam kavrayamadılar. Anlatamıyor da insan ıslanmak mevzusunu uzaylıya. Bunlarda öyle lıkır lıkır su yok muymuş, neymiş. Bilmiyorlar yani cahiller. Neyse dedim işte bu benim konuştuğum Türkçe dedim ama gezegenimizde yüzlerce dil var dedim. Bunlar benim enseme çip takmışlar da düşüncelerimi okuyorlarmış, dilimden anladıkları yok yani.

Oturdum öğrettim, napayım. Günler geçmiyor ki. Bir sene başka nasıl geçecek. Dedim bak merhaba demek Türkçe'de siktir git diye söylenir dedim. İnandı salaklar. Haha. Bir tane bızdık vardı, minik yeşil. Yeniymiş oralarda. O inandı hemen siktir git, siktir git diye dolaşmaya başladı. Haha. Yan mahalledeki yeşil kıza sevdalıymış da kızın babası izin vermiyormuş. Gariban işte napacaksın.

Neyse orada güzel dostluklar kurdum. Çoğuna çiğ köfte yoğurmasını, köpüklü ayran yapmasını, sucuklu yumurtaya ekmek banmasını, soğan kırmasını öğrettim. Konsept olarak öğrettim, bunlarda soğan yetişmiyormuş. Hepsi de ilgiyle dinlediler. Gazete okuyup aileyle siyasetçilere sövmesini öğrettim. Pazarlık yapmasını öğrettim. Pembe dizilerimizi öğrettim. Tüm dünya görüşümü öğrettim çok şükür allahıma, utandırmadım gezegenimizi. Gitti de hiçbir şey öğretemeden geldi dedirtmem kimseye, içim rahat.

Öyle öyle bir sene doldu, helalleştik. Yine tuttular gözüme o ışığı pezevenkler. Aynı aldıkları yere bıraktılar. Balkonun zeminini öptüm inince. Neden yaptım bilmiyorum valla da öptüm yani. Sonra başım ağrımaya başladı. Bu ağrıyı geçirmesi için hızlı adımlarla mekana gittim. Garsona bağırdım. Yavaş çalışıyor, napayım bağırdım.

Sonra Okanla Barbaros geldi. Onların gelmesine o kadar çok sevinmiştim ki. Başımdan geçenleri anlatacak birilerini arıyordum ben de. Okan girdi, tam anlatıyorum lafı ağzıma tıkıyor. Aylin diyor, seni arıyorduk biz de diyor, yeniden başlıyoruz diyor. Ne geveliyorsun dememe kalmadan Barbarosla kavgaya tutuşuyor bunlar. E ben uzaya gidip gelmişim, iki kere ışın yolculuğu yapmışım bu baş bu gürültüye dayanır mı? Sonra bir anda biri ağzıma bir mendil tuttu.

---

Neredeyim ben? Başım neden bu kadar çok ağrıyor?

-Endişelenme Aylin, burada bizim yanımızdasın. Cumhuriyetimize geri döndün. Bu cumhuriyeti yeniden canlandırmaya karar verdik. Artık hep birlikteyiz.

Okan'ın sesiydi.

---

Geçirdiğim bu bir koca uzay senesinin ardından işte şimdi yine buradayım, Gocu Cumhuriyeti'ndeyim. Hayat görüşüm öylesine değişti ki. Anlatmak, aktarmak istiyorum. Bundan sonra bu cumhuriyet daha da güçlü olacak!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder