18 Ağustos 2011 Perşembe

Sevgili Günlük

Ağır oda parfümü kokusu, Yerli arabanın döşemelerine sinmişti... Radyoda çalan Gülden Karaböcek şarkısı (sevmez olaydım) zaten kasvetin metale dökülmüş hali olan Doğan SLX'i iyice çekilmez kılıyor, bütün bunlar sanki yetmezmiş gibi, ard arda patlayan baba eprileri ile bu yolculuk cehennem azabına dönüyordu.

Arka koltukta benimle birlikte oturan, genç abi ise sanki o espriler boşa gitmesin diye canhıraş bir şekilde sürekli gülüyor ve arada sırada sohbete katılmaya çalışıyordu. Biliyordum, mevzu birazdan yine kamışıma su yürüyüp yürümediği hususu üzerinde kilitlenecekti. 7 yaşında olmanın verdiği saflık ile bunu bekliyordum, kamış ve su ilişkisi kuramıyor fakat bir itlik olduğunu seziyordum, bu konu her açıldığında. Yanımda oturan genç abiyi uzun uzun inceledim... Üveyik gibi bakıyor, babam ve arabayı kullanan arkadaşının sohbetine girmeye çalışıyordu ama genç olduğu için pek sklenmiyordu. Lafı sürekli kesiliyor, esprilerine gülünmüyordu.
"Büyüyünce ben hangi tarafta olacağım?" diye düşündüm... Önde oturup sklemeyenlerin mi? Yoksa arkada kalıp sklenmeye çalışanların mı? En güzeli çocuk olmak dedim kendi kendime...

Yolun çoğunu gitmiştik. Ta ki son kontrollü kavşağa kadar kamışımla alakalı bir sohbet yokken yanımda oturan genç beni, yani aynı kaderi paylaştığı yoldaşını satmış ve o soruyu sormuştu;
-Kamışa su yürüdü mü la!?
Sırf önde oturan tecrübeliler tarafından s.klenmek için şahsıma yöneltilmiş bu haince soru istenen tepkiyi almıştı...
Babam ve arkadaşı deli gibi gülmeye başlamışlardı. Onlara kızamıyordum, ne de olsa olgunluk çağları 90'lı yıllara denk gelmiş bir ara nesildiler. Darbelerden cacık olmuş dimağlarına bu komik geliyordu!
İleride bu espri anlayışı kökünden değişecekti fakat, yanımda oturan ve değişecek olan espri anlayışında öncü olmasını beklediğim şerefsize ne demeli?

Oldukça sinirlenmiştim... Kafamı dışarıya doğru çevirdiğim de sağımıza yanaşmış volvo v70'i gördüm. İçinde bir aile vardı... Belli ki maddi durumları iyiydi ve tahminen yaşıtım olan kızları bana gözlerini kısarak bakıyordu. Ona dil çıkarttım. Birden ağlamaya başladığını gördüm. Hareketlerinden anladığım kadarı ile beni babasına şikayet ediyordu. O sırada yeşil yandı ve biz hareket edip arayı açtık.

Bir kaç dakika sonra piknik alanına varmıştık... Mangal yakılana kadar benim kamışımla ilgili çeşitli espriler yapıldı. O genç çocuğu büyüyünce bıçaklamaya yemin ettim ama şimdiki aklım olsa o zaman bıçaklar, ceza falan almadan hayatıma devam ederdim.
Babam, ve genç pezevenk ile top oynuyorduk. Bu sırada, bir taraftan da babamın arkadaşı etleri pişirmeye uğraşıyordu. Babamın bana attığı pasa gelişine bi burun dayadım, top 15 mt. ilerimizde piknik yapan ailenin mangalına çarparak, mangalı devirdi. O da yetmezmiş gibi aynı top sekerek o ailenin kızının kafasına çarptı. Dikkatli baktığımda az önce kızlarına dil çıkararak ağlattığım aile olduğunu anladım. Değişik duygular içerisine bürünmüştüm...

Kız son ses ağlıyor, annesi de son ses bağırıyordu "dikkat etsenize" diye. O sırada genç pezevenk cesaretle ileriye atılıp;
-Olur öyle olur... Abi sen bi topu atıver! dedi.
Aynı şekilde o ailenin yavşak babası da;
-Sorun yok! dedi. Topu bir iki sektirip geri gönderdi.
Adam resmen genç pezevenkten tırsmıştı. Aferin lan genç pezo! dedim kendi kendime... Ancak kızının kafasını kontrol eden anne, bir taraftan da bağırıp hakaretler yağdırmaya devam ediyordu. "Ayılar!" diyordu bize. Yerli arabamızdan, babamın şişman, kel ve kısa arkadaşından, üveyik gibi bakan cılız gençten ayı olduğumuzu anlamıştı. Yüksek sesle gülünen ortamımızdan, kuzey ankara taraflarından geldiğimizi belli ediyorduk demek ki... Kadın korkmuyordu halbüsi, kocası mantıklı davranarak 3 erkek ve 1 çocuktan oluşan bu yerli araba grubuna salça olunmaması gerektiğini anlamıştı. Çok geçmeden gidip karısını susturdu.

Ardından babam, "Milletin kafasına gözüne atıyon eşek sıpası" diyerek topu kaldırdı. Üzülmüştüm ama yıkılmadım. Sonuçta o kızın ailesini eziklemiştik. Resmen kötü insanlardık. Masum bir ailenin güzel gününün içine sıçmıştık ama umrumuzda değildi... Babamı Erol TAŞ, arkadaşını Uzun sarı saçlı tacavüzcü, genç pezeveki de genç pezevenk olarak görüyordum artık. O kızı da artık lise son sınıfa kadar sürecek sevgilisiz bir dönem bekliyordu, fetret devrine girmişti! Daha sonra babam ve arkadaşı rakı içtiler. Genç ve ben kola içtik. Akşam eve dönerken, genç ve ben önde oturuyorduk, sarhoş olan babam ve arkadaşı arka koltukta. Genç cebinden çıkardığı tarkan kasetini teybe yerleştirdi, bana göz kırpıp arabayı sürmeye başladı. Artık biz önde, tecrübeliler arkadaydı. Artık arabada gülden karaböcek değil, tarkan ezgileri hakim olacaktı. Lakin değişmeyen tek şey, babam ve arkadaşından gelen belli belirsiz kamış esprileriydi...

tarih; 12 mart 1995

2 yorum:

  1. kuzey ankara yöreleri :D çok nostaljik geldi bu yazı yea :D

    YanıtlaSil
  2. Pursaklar, Saray, Çubuk... Kuzey Ankara...

    YanıtlaSil