13 Kasım 2009 Cuma

Yarım Kalan

Adımlarını hızlı hızlı atıyor, asla yakalayamacağı gençliğini yakalamak için çırpınıyordu. İçinde bulunduğu düzenek Alman Uber firması tarafından, insanların daha mutlu olması amacı güdülerek yapılmıştı. Düzenek basitti, içine yatıyordunuz ve sizi asla tekrar yaşayamayacağınız anlara geri taşıyordu. Çoğu insan kaybettiği yakınlarını bu düzenek sayesinde tekrar görmenin sevinciyle Uber firmasını yere göğe sığdıramaz bir hal alırdı.

Aslında insanların yıllar önce kaybettikleri aile fertlerini gördüklerinde delicesine bir hüzne kapılmalı diye düşünürsünüz, öyle de olmalı. Ne hikmetse bu firmanın hizmetinden faydalanan herkes burdan çok mutlu ayrılıyordu. Gerçi şöyle de bir durum vardı, makinadan ayrıldıktan yirmi dört saat sonra bu insanlar bir hüzün dalgasına kapılır, sürüklenir dururdu. Aynı mutluluğu yakalamak içinse yapılabilecek tek şey vardı, Uberle bir seans daha!

O günlerde aklı salim tek bir adam kalmış olsaydı ve makinadan çıkan kişiler üzerinde ufak bir test yapsaydı adeta bir serotonin bombası olduklarını rahatça görebilirdi. Makina insanları anılarıyla değil, mutluluk hormonu olan serotoninle mutlu ediyordu! Ahlaki açıdan böyle bir suç eğer devletçe bilinseydi muhtemelen Uber`in kapısına kilit vurulurdu. Nasıl olmuşsa o gaddar sağlık kontrolcüleri firmaya tek bir ceza kesmemiş, hatta beş yıldız vermişlerdi.

Biz konumuz olan Mithat Bayar`a dönelim, o yiten yıllarına diğer yaşlılardan daha çok ağlardı. Gençliğinde hiç bir şeyi tam yaşayamamış olan bu yaşlı adam, Uber firmasından gençliğine dönme sözü almış, tonla da para ödemişti. Makinaya uzandıktan kısa süre sonra dört devasa çember etrafında inanılmaz hızlarda dönmeye başladı. Bu sinir bozucu diye düşündü, zaten her anında gergin olan bu adam, şimdi yaydan fırlamak üzere olan ok gibi hissediyordu. Çarklar daha da hızlandıkça başı dönmeye başladı, kusacakmış gibi hissediyordu. Bu huzursuz ortam birden karardı onun için. Kapkara bir boşluğa açtı gözlerini. Çok uzaklarda bir ışık gördü, odaklandığında ışığın içinde geniş dik omuzları olan, uzun saçları güzel yüzünü kapayan bir erkek çocuğu gördü. Tahminince on altı yaşında falan olmalıydı bu ışığın ortasındaki genç yüz.

Birden kafasında bir şimşek patladı sanki, bu oydu! Mithat`ın gençliği. Yaşlı adam ağır bedenini hızla hareket ettirmeye, ışığa olabildiğince çabuk yaklaşmaya çalıştı. "Aslında bir rüya alemindeyim." diye düşündü, "Neden sadece orda olduğumu düşünmüyorum ki?" ama bu çabası boşa çıktı. Denemesinin ardından sanki ışık zayıfladı, ve Mithat bir tokat yemiş gibi daha hızlı adımlar atma çabasına düştü.

Olmuyordu, yaşlı beden ışığa varamıyordu. Kaç saat olmuştur diye düşündü. Çok zaman olmuştu, ayaklarında derman kalmamıştı ama bir türlü ulaşamıyordu gençliğine. Sonra çok garip bir şey oldu. Yeni bir delik açıldı üstelik hemen yanıbaşına! Deliğe baktığında annesinin güleç yüzünü gördü, içi ısındı birden. Annesine uzandı. Annesi tek bir hamlede çekip aldı karanlıktan.

-"Olanların farkında mısın oğlum?"
-"Neler oluyor anne?"
-"Bir şeyler ters gidiyor, ve sanırım sen de artık kısa bir zaman sonra yanıma geleceksin."
Annesi son cümlesini söylerken hiç üzgün gelmedi gözüne, hatta sanki yüzü biraz çarpıklaşmıştı. Daha neler olduğunu kavrayamadan içinde bulundukları ufak dünya yıkılmaya başladı. Annesi kafasına inen koca bir beton bloğunca parçalandığında Mithat nedense üzüntü yerine tiksinti hissetti. Gözüne bir böcek gibi gelmişti o an annesi. Çevresine bakındığında eğer bir şeyler yapmazsa sonunun annesi gibi olacağının farkına vardı. Sonra kara bir deliğin varlığını farketti. Delik geldiği yer olmalıydı, oraya geri gitmeyi hiç istemezdi ama annesi gibi ezilen bir böcek olmaktansa karanlığı tercih etti.

Delikten geçip boşluğuna geri döndüğünde ne kadar da yorgun olduğunu tekrar farketti. Oturup biraz dinlenmeliyim diye geçirdi içinden. Sonra gençliğinin uzaklardan ona göz kırptığını gördü. Ona gitme çabasının gereksiz olduğunu geçirdi aklından. "Kal orada geberesice!" dedi içinden, tam o sırada garip bir şey oldu ve gençliği ışıktan karanlığa atlayı verdi. Koşar adım yaşlı adamın yanına geldi, adam şaşkındı.

-"Sesleri dinle aptal bunak!"
-"Ne kadar da kabasın, yaşlı bir adamla böyle konuşulur mu?"
-"Konuşmalarımın hiç bir önemi yok, sesleri dinle! Seni ölüme terkedecekler."

Gençliğinin bu sözleri onu nedense birden çarpı verdi. Yaşlı adam kulaklarını dört açıp duymaya çalıştı.
Birinci ses; "Lanet olası bunak beyninde kayboldu. Birazdan komaya girecek."
İkinci ses; "Şu serotonin pompasını kontrol etmeyi akıl etseydiniz bunlar olmazdı!"
Üçüncü ses; "Lanet pompada sorun yoktu, suçu bana atmaya çalışırsanız yediğiniz haltları ötmekte sakınca görmem!"
Birinci ses; "Ortada suç falan yok! Bu lanet ihtiyar geberip gittiğinde onu bir çöp poşetine koyacağız ve bir yerlere atacağız. Hiçbirimiz şirketi ya da kendini thlikeye atmak istemez değil mi?"
İkinci ses; "Off bu iğrenç bir şey adamım. . ."

Birden sesler kesildi, yaşlı adam kalbinde bir sancıma hissetti, dizleri titredi, bedeni devrilmek ister gibiydi ama o direndi. Gençliğine baktı;

-"Sanırım direnmeyeceğim."
-"Ben de direnmezdim, haklısın. Ne yaşadık ki, yarından ne bekleyelim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder